Herkese merhabaa umarım güzel birgün geçiriyorsunzudur
ben çok güzel bir kitap okudum. Adı Mücella....
Mücella… bir ömür geçti kitabı okurken. Galiba, kitabın en beğendiğim yanlarından biri buydu. Sadece Bir ömürün beş on yıllık – hatta daha kısa bir zamanı- kısmı değil tümüydü. Mücella.. doğumundan itibaren başladı hayatı ilmek ilmek örüldü.
Mücella ‘nın hikayesi 1920’li ve 70’li yıllar
arasında geçiyor. Arka planda ise ülkenin geçirdiği o dönemler … o kadar iyi anlatılmış ki. Ne fazla ne de az
tam kararında. Ve tüm bunların ışığında mücellanın geçirdiği hayat.
Kitapla ilgili bilgilerin olabileceği yerdeyiz.
Bazen çok sinirlendim kitabı okurken özellikle
mücella ya. Hayatın getirdiklerini hiçbir şekilde sorgulamadan kabul etmesine
annesinin çizdiği sınırlardan bir adım bile öteye geçmemesine. Ancak sonra
düşününce dönemi ve de Mücellanın mizacını…kabulleniyorum. Çünkü mücella hayatı
boyunca pek fazla bir şeye karşı çıkan bir insan değil.
Onda en çok sevdiğim şey ise sevdiklerine olan
koşulsuz sevgisi, o yıllardaki zorluklara dayanması.
Gençliğinden çok yaşlılığını sevdim ben. Çünkü
gençliğinde zamanın akıp gittiğini fark edememesi çok üzdü beni.
Arada neyyire hanıma kızdım ama onu da anlamaya
çalıştım. Çünkü tek başına bir çocuk büyütmek zordu. O da ne bildiyse onu
uygulamıştı.
Ama galiba en çok Fahir’e kızdım ben.
Nazan Bekiroğlunun kalemini seviyorum ben sadece
tek bir kişinin etrafında dönmüyor hiçbir olay tek bir aşk tek bir yıkım tek
bir sevinç değil. Ve bu daha da inanmamı sağlıyor kitaba.
Mesela Yusuf Ziya… ah Yusuf ziya içim oyula oyula
okudum onunla ilgili kısımları ve en çok onun olduğu kısımda işaretlemişimdir
kitabı. Yüreğimi dağladı Yusuf ziya.
Sonra nar ağacını okuyanlar belki hatırlarlar Balkan
harbine giden bir İsmail vardı kitapta Zehra’nın abisiydi ara ara onun ismi
geçtiğinde çok mutlu olmuştum ben.
Ve kitaptaki diğer karakterler, mümine, filiz,
Pervin, nazlı, paşazade, güzide, suna, müzeyyen hanım, Yurdanur, fahirin karısı
keriman,
Hiç kimsenin hikayesi üstün körü değil burada
Dili akıcı, insanın okudukça okuyası geliyor. Olay
örgüsü yine harika.
Ve ben dönem romanlarını çok seviyorum.
“Aşka düştüğü besbelliymiş ölmekten korkanların.
Oysa ben ölmekten korkmuyorum. Söyle bana, ben niye korkmuyorum?”
“Ama yazmaktan başka çaresi olmayan bütün yaşama
kusurluları gibi bende yazdıkça yazıyorum. Kadınları güçlü olan bu sülalenin
erkeklerinden geriye bir avuç yazı kalır. Balkan gönüllüsü İsmail’in günlüğü
bizde hala okunur. Bende onlardan biriyim. Öyle olmadığımı zannetmiştim oysa.
Kendimi senin yanında güçlü hissetmiştim. Denenmemiş gücün kaç kırat çektiğini
kim bilebilir. Çocukmuşum. Öğrendim.”
“Sevda dediğin ne ki? Tarifsiz bir tanışıklık
duygusu. Sebepsiz bir gülümseme arzusu. Rüzgar esti. Mantonun düğmelerini
iliklerken sende bana gülümsedin. Sen bana gülümsediysen bu sana değil bana bir
şey katmış demekti.
Acaba? Bu
ümit bile yetti”
Aslında daha yazmak istediğim bir sürü cümle var
Kitabı okurken bir çok müzik dinledim ve daha da
çok hissettim kitabı mesela, Çalın Davulları, ben hem Aliye Mutlu'dan hem de Yasemin Göksu’dan dinledim ikisi de çok güzeldi. Sonra Bülbülüm Altın Kafeste
şarkısı bir ara Ayşe Kolivar’dan Getma ve E Asiye’yi Şevval Sam'dan Hey Gidi
Karadeniz’i, Bir Fırtına Tuttu Bizi şarkısını.
Ve bir şarkı...
Kitap çok güzeldi bana önerebileceğiniz başka dönem kitabı var mı?
Kendinize iyi bakın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder